31 Ocak 2014

Yemek Festivali Dediğin...

Demek ki neymiş, yemeğin milleti mi olur dememek lazımmış. 
Sydney Uluslararası Yemek Festivali (Sydney International Food Festival) kapsamında yerel tatlardan ülke bayrakları yapmışlar, iyi de yapmışlar. Netice:
ABD - Sosisli sandviç, ketçap

Avustralya - Etli börek, sos

Birleşik Arap Emirlikleri - Karpuz, nane, hurma

Brezilya - Muz yaprakları, ananas, lime, çarkıfelek

25 Ocak 2014

If 2014 Tanıtım Filmi

!f Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 2014 tanıtım filmi. Olmuş. Ama anlayana.

 

21 Ocak 2014

Sushi Sofra Adabı

"Balık çiğ yenir mi yea!" nidalarıyla kesin tavır koyduğum sushi, sinsi sinsi hayatıma sızdı. Gizliden sevmeye bile başladım.

Fakat bu iş öyle eline iki çubuk alıp, sushiyi tabağa dayadığın ağzına hızla tıkıştırmakla olmuyor. Bir kere o çubuk (ki teknik adı "chopstick" ya da "hashi"dir) öyle tutulmaz, böyle tutulur. Ve iki lokmayı ağzına denk getirdin diye "ben kaptım bu işi" de denmez, özveri ve zaman ister.


Çubuklar birbirinden ayrıldığında üstündeki kıymıklar dökülsün diye birbirine sürtme hareketi vardır. İşte onu yapmıyoruz, zira bu, Japon restoranlarında "bilader sen ucuz mal kullanıyorsun" anlamına gelip, ağır hakaret sayılırmış. Uzakdoğu sporları adamların ata sporu, iki kıymık için ağzını burnunu kırdırtmaya değmez.

Chopstick sorunsalını aşınca sipariş faslı geliyor. Birkaç ana grup altında yüzlerce çeşidi var bu sushinin. Yok ben çiğ balık yiyemem ama çok çılgınım, ölmeden bir sushi yemişliğim olsun diyelenre en zararsızlardan "kappa maki"yi tavsiye ederim. Su yosunu ("nori") ve pirinç pilavı içine sarılı bildiğimiz salatalık. "Kappa" Japon halk kültüründe salatalıkla beslenen bir canavarın adıymış.

19 Ocak 2014

Uyusun Da Büyüsün Memleketim

Dünden bugüne...
Aziz Yıldırım'ın şike cezası Yargıtay tarafından kısmen onandı, kendisine hapis yolu göründü.
Mustafa Sarıgül'ün mal varlığına el konuldu.
Koşar adım çıkarılmakta olan internet düzenlemesini (kimi ülkelerde sansür olarak da bilinir kendisi) protesto edenlere polis tatlı tatlı müdahale etti.
Suriye sınırında, içinde ne ve kimler olduğu belirsiz TIR'lar savaş yollarında cirit atmaya devam etti.
Nejat İşler yoğum bakıma alındı (tez zamanda iyileş emi ey güzel insan).
Hrant Dink 7. kez anıldı.
Yağmur yine yağmadı.

Konuştuk, çok konuştuk ama en çok konuşmamız gerekeni konuşmadık. Yolsuzluk operasyonu sümen altı edilirken, sormamız gereken soruları da hesabı da soramazken... Parsayı babalar toplarken, onları savunmak 803,68TL'lik asgari ücrete çalışan ahaliye düştü, o da ikiletmedi tavrını koydu: "çalıyorsa benden çalıyor" diyerek insanlığın tüm umutlarını söndürürken...

Uyusun da büyüsün güzel memleketim.

14 Ocak 2014

Bizim Beyazlatmayan Diş Macunumuz

Tıpıtıpıtıss... En çok bizim diş macunu beyazlatıyor, çocuk bezlerimiz aslında bok temizlemiyor bebelerinizin poposuna neşe kelebekleri salıyor, deterjanımız ailenizi mutlandırıyor, musluğumuz açınca akıyor, çorbamız aha beyle kaynıyor...
Sanırım reklamcılar dandik ürünler kakalayarak, kainattaki tüm mutluluğu biz, tombik cüzdanlara, bahşettikleri konusunda mutabık. Sanki bana dünyayı baştan yaratıyorlar minik artisler. Colgate yokken misvak vardı oğlum, Omo yokken Arap sabunu, Knorr yokken de acılı tarhana çorbası. Kendini haddinden fazla ciddiye alan adamı iyi ihtimalle gevrek "bırak yeaa, bana ne yeaa"larla hayata küstüresim, kötü ihtimalle ağzını burnunu kırasım geliyor. Ehehe Prada güneş gözlüklerinin arkasında, titrek sincaplar misali köşeye sinmiş, ağlayan koca koca reklamcılar hayal edince monoton dünyam biraz şenlenmedi değil. Yazıya başlarken aslında niyetim bu sistem kurbanı çocukcağızları toplumdan aforoz etmek değildi. Tertemiz duygularla şokella bir reklam paylaşacaktım ama kendimi kaybetmem üç dakikamı aldı, ben de anlamadım. Affola, yıllardır aynı mıymıy, yaratıcılıktan yoksun lafları duymaktan ne kadar dolduysam artık.

Toparlıyorum; aşağıdaki reklamlardan daha fazla yap, canımı yi reklamcı kardeş.
Sao Paulo'daki MASP Sanat Okulu için DDB Brazil reklam ajansının çalışması: Dali, Van Gogh ve Picasso'nun iç organları.


8 Ocak 2014

Tutuşanlarla Tutuşturanlar

Emniyette-yargıda-bakanlıklarda binlerce kişinin yerini değiştirmeler, görevden almalar, engellenen soruşturmalar, karşı suçlamalar, apar topar mevzuat değişiklikleri, bağıra çağıra tehditler, 11 küsur yıldır alışıldık "mağduruz" edebiyatı, basına zaten daimi sansür...
Birileri fena tutuştu.
Demek ki örtbas edilmesi gereken pislikler o kadar çok ki tüm devleti yorgan misali ters yüz etseler ancak örtülecek. Ya da devlet birkaç ay kepenkleri kapatsın, devletimizle paralel devletimiz uzun eşek oynayarak karar versin memleketi kimin yöneteceğine. Münasip bir yastık bulunur elbet. Kaybeden, fonda "beraber yürüdük biz bu yollarda" şarkısı, gözyaşları eşliğinde sahneyi terk etsin. Biz kimsesiz garibanlar da, kaderimiz ne olacak diye melul melul bir oraya bir buraya bakmayalım, çekirdek stokları tükeniyor.

7 Ocak 2014

Haberler Vol.7

16 Kasım 2013. Çin'de tek çocuk politikasında gevşemeye gidiliyor. Çiftlerden birinin tek çocuk olması halinde aileye ikinci çocuk sahibi olma hakkı verilecek.

10 Aralık 2013. Haiyan tayfunun yaralarını sarmaya çalışan Filipinler'de, bir kişinin telefonuyla kendi fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşması anlamına gelen "selfie"lere yasak geldi.

23 Aralık 2013. Dünyaya damgasını vuran AK-47 tüfeğinin mucidi Mikhail Kalaşnikof hayatını kaybetti.

31 Aralık 2013. Kanada'da yılbaşı gecesi bindiği taksiye kusan müşteriden 100 dolar alınmasına karar verildi.

Kandırıldık. Mutluluğun Resmiyle Kandırıldık.

Kandırıldık. Yıllarca kandırıldık.
Abidin Dino "mutluluğun resmi"ni çizmemiş.
Sene 62. Nazım Hikmet sürgün yıllarında, eşi Vera, Abidin Dino ve eşi Güzin'le birlikte Paris'te. O meşhur soruyu vatan hasreti içinde "Saman Sarısı" şiirinde soruyor:
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin 
İşin kolayına kaçmadan ama gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil 
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin 


Dino da şiirle cevap veriyor:

5 Ocak 2014

Pek Acaip İnsanlar Vol.3: Salvador Dali

Hepimiz az buçuk biliriz deli dahi Dali'yi. Adını duymuşluğumuz, bir iki resmini görmüşlüğümüz, beğenmişliğimiz ya da beğenmemişliğimiz vardır. Fakat gerçekte nasıl bir ruh hastası olduğunu tahmin etmenize imkan yok.
Barselona'ya kadar gidip 140km uzaktaki Dali'nin memleketi Figueres kasabasına uğramadan olmaz dedik, düştük yollara. Dali Müzesine girerken elimizde fotoğraf makinesi başımıza geleceklerden bihaber, kültür yumağı olmaya aday turistlerdik. Çıkışta UFO gören masum köylülerdik.
Aktris Mae West'in yüzü. Dudaklar kanepe, burun delikleri şömine, gözler tablo...
Merdiven tepesindeki vizörden bakınca bu çıkıyor ortaya!
Birincisi, adam fazlasıyla yetenekli.

İkincisi, kafa bambaşka bir boyutta.

Üçüncüsü, bilinçaltı da bilinçüstü de sıkıntılı. Annesinin Dali'yi, kendisi daha doğmadan ölmüş ağabeyinin yerine koyması da pek akıllıca bir hareket olmamış.

Dördüncüsü, bıyıkları olmadan asla. Bu, öyle bir imza haline gelmiş ki, adamcağız 1954'de bıyıkları için kitap bile bastırmış. Bu arada Dünya Sakal ve Bıyık Şampiyonasının yarışma dallarından biri "Dali bıyığı".
Beşincisi, elinde bir kaşıkla uyurmuş. Zira rüyalarımızı gördüğümüz, yani bilinçaltına indiğimiz an, tam uykuya daldığımız anmış. Uykuya daldığında elindeki kaşık düşerek Dali'yi uyandırırmış, böylelikle rüya zihninde tazeyken hemen resmedebilirmiş. Figueres'in girişindeki 38 metrelik dev kaşığın varoluş sebebi böylece anlaşılıyor.

3 Ocak 2014

Bir Tutam Barselona - Gastro-tur; Bölüm 2

Barselona'nın yemeklerine haksızlık yapmak olmaz, çarpılır insan. Buyrun bu da gastro-turumuz.

El Clasico: Tapas-Paella-Deniz Mahsulleri-Sangria

Yarabbim o 'tapas'lar yok mu... Tapas dediğimiz meze/aperitif kıvamında minik yemekler. Yüzlerce çeşidi var. Aslında Barselona'ya özgü bir kültür değil, İspanyol mutfağından geliyor. Sebzeden tutun, ekmek üstü mezelere, deniz ürünlerine, her türlüsü var. Sofraya oturur oturmaz önünüze zeytinyağlı domatesli sos sürülmüş ekmek gelmesi muhtemel, ama gelmeyin bu oyuna, fazla bir numarası yok.
Meşhur "paella"yı yemeyeni dövüyorlar zaten. Pilav diyelim biz ona, deniz mahsullüsü, etlisi, tavuklusu var.
O da Akdeniz, bizimki de Akdeniz ama deniz ürünlerinin çeşidini görünce resmen felç geçirdi aklım.
Her yerde ufak restoranlar, barlar. Yemekler bir yana, sırf bunların iddiasız ama özenli vitrinlerine bakmak bile keyif.


Katalan, Akdeniz, Arap, Çin mutfağı, ne ararsan orada. Turist mevsimi olmamasına rağmen, sürekli bir hareket var. İnsanlar dışarıda yemeği seviyor. Akşam 9-10 gibi oturuyorlar yemeğe, o enteresan. Saatlerce kalkmıyorlar sofradan. Yemekleri de pek şenlikli geçiyor. Alkolün etkisi olduğundan şüpheleniyorum. Meyveli şarap kokteyli 'Sangria' olmazsa olmazlardan. İyisine denk gelirseniz tadından yenmez. Bu arada yerel halk bolca tükettiği şarabı mahalle mahzenlerinden kendi şişelerini doldurarak alıyor. Litresi 1-1,5 Euroya gayet makul sofra şarapları bulunuyor.

Yemek kültürünün bu kadar zengin olması ve dünyanın en iyi aşçılarının buradan çıkması tesadüf değil. Akıllı adamlar, bölgenin ekonomisini turizme göbekten bağlamamışlar. Şehrin az kıyısına çıkınca tarım arazileri ve hobi bahçeleri başlıyor. Bu sayede her şey taze, lezzetli, bol çeşitli ve makul fiyatlara. Sebze-meyveden başka, fındık fıstık, pirinç bile üretiyorlar. Bizdeki gibi yerel ürün festivalleri oluyormuş. Pazarlarda meyve-sebze fiyatları bizimkilere can sıkıcı derecede yakın. Etler bizden ucuz, genelde lezzetli. Adamların gelirinin en az beş katımız olduğu düşünülürse durumun vehameti ortaya çıkıyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, benzin de bizden ucuz.
Tatlılar genelde güzel ama içimden bir ses bizim kadar şekere düşkün değiller diyor. Yine de turtalar, creme brulée'ler her yerde. İlla oraya özgü bir şey yiyeceğim derseniz lokma tatlısı görünümündeki churro'yu özellikle kışın sıcak çikolataya banarak deneyebilirsiniz.

Mercat de la Boqueria & Kiosko Universal

Pazar deyip 'Mercat de la Boqueria'yı es geçmek olmaz. Şehrin en afili caddesi La Rambla'nın göbeğinde bulunuyor kendileri. Daha kapısında kendisine tutkuyla bağlıyor. Tablo gibi. Meyve sebze, et, balık, tatlı, baharat, ne ararsanız var içinde. Ee bizim pazarlarda da var diyeceksiniz ama burası başka türlü... ben anlatmayayım, resimler konuşsun.
Pazarın kenarlarında soluklanmak için ayak üstü barlar, büfeler var. Ana kapıdan girince sola dönün, yolun sonunda hemen sağınızda kalan 'Kiosko Universal'e dalın. Boş yer bulamazsınız, adınızı listeye yazdırıyorsunuz ama sıra çabuk geliyor. Ayak üstü türlü türlü deniz mahsulünü ızgarada veya yağda pişiriyorlar. Yemeklerin üstündeki sarmısak sos, of off. Bir de mantar tabağı ('mix mushroom') var ki şiddetle tavsiye edilir. Mutfağın tepesinde disko topu üzerinde çatal kaşıklardan yapılmış dünya da şenlendiriyor ortamı.

2 Ocak 2014

Bir Tutam Barselona - Bölüm 1

Mis. Pılını pırtını topla git yerleş. Öyle işte. Dakika bir, gol bir, kışın ortasında, eksi derecelerden titreye titreye gittiğimiz Barselona'ya adım atar atmaz montu çıkarmanın keyfi paha biçilemez.

Kısa kısa...

Barselona, İspanya'da özerk Katalonya bölgesinin başkenti. Yerel halk ağırlıklı olarak Katalan. Kendilerine has dilleri Katalanca, biraz İspanyolca, biraz Fransızca, biraz da ne idüğü belirsiz bir karışım. Nüfus 1,7 milyon ama epey kaçak var. Her yıl gelen 8-9 milyon civarında turist Katalanları pek mutlu etmiyor. Yazın turist istilasında şehirden kaçıp yakındaki yazlıklarına göçmek zorunda kalıyorlar. Bundandır ki turistlere sınırlama getirilmesi için sık sık protesto yapıyorlar.
İnsanları, ne güney ülkeleri gibi gereğinden fazla samimi, ne de kuzeyliler gibi nemrut, suratsız. Bir şey sordun mu gülümseyerek yardımcı oluyorlar. Bindiğimiz takside, şoför adresi yanlış anlayıp yolu biraz uzatınca taksimetrede yazandan epey az para aldı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Taksi fiyatları makul sayılır. İlginçtir insanlar elinde cep telefonu sokaklarda bağıra çağıra konuşmuyor. Katalanların en bayıldığım özelliği: uzun süredir kalkınmış bir bölge olmanın getirdiği bir sindirilmiş refah havası var. Bizim parayı bulunca ne yapacağını bilemeyen taze, görgüsüz zenginlerimizin tam aksi. Herkes varlıklı ama kimse kimsenin gözüne bunu sokmuyor. Marinada hemen her ailenin yatı varmış ama hangi yat kimin kimse bilmezmiş. Bir tek üç dev motor yatın sahibi bilinirmiş, onlar da tahmin edebileceğiniz gibi Arap ve Rus.

Şehir dediğin... 

Şehir bir mantık çerçevesinde geliştiği için biraz yön duygun varsa hemencecik adapte oluyorsun. Merkezi bir yerde kalıyorsan toplu taşımaya ihtiyaç duymuyorsun bile ama bil ki sistem on numara beş yıldız çalışıyor. Şehir sadece düzenli değil, aynı zamanda güzel. Mimarlık açısından dünyanın en önemli merkezlerinden birisi, eski yapıların yanında, Gaudi'nin şaheserleri (Sagrada Familia-La Pedrera-Casa Batllo) ve modern mimari harikaları (Agbar kulesi) fışkırıyor sokaklardan. Şehrin en gözde caddesi La Rambla, çiçekçileri, ressamları, restoranlarıyla Plaça de Cataluna'yı yat limanına bağlıyor.
La Rambla'dan ara sokaklara dalınca El Barri Gotic mahallesinde buluyorsun kendini. Arabalara kapalı dar sokaklarda, sokak müzisyenleriyle insan seli eşliğinde ihtişamlı katedrallere bön bön bakakalıyorsun. Yer gök yaratıcı el işi satıcısı, sokak sanatçısı.
Adet yerini bulsun diye Montjuic (Yahudi Tepesi)'ne çıkıyor şehri bir de tepeden görüyorsun. Açıkçası yukarıdan bakınca pek öyle göze gönüle hitap etmiyor, içine girince keyifli. Barselona'ya sadece şehrin güzelliği için gelinmez, yemekler de efsane. Bu konu bu satırlara sığmaz taşar, ayrı yazı gelecek.



Az tarih... Biraz da futbol...