Mazur görün ama alışmamış kıçta don durmazmış. Demokrasi de bir türlü olmuyor üstümüze, eğreti duruyor, bir tarafı kapatınca öbür taraf açıkta kalıyor. Uzun süre de yıldızımız barışacak gibi görünmüyor.
Bizim vatandaşa sorsan dört senede bir sandık başına gidip oy vermek kafi, bazen onu bile çok görüyor. Bilmez ki oy vermek işin sadece başıdır. Bilmez ki temel hakları vardır. Bilmez ki o oya da, haklara da sahip çıkmak gerekir. Bilmez ki İngiliz, kralının yetkilerini kısıtlayan Magna Carta'yı 13. yüzyılda yazmıştır. Bilmez ki elin Romalısı 2000 sene evvel güçler ayrımını bulmuştur. Bilmez ki Montesquieu 1748'de bunu zihinlere öyle bir yerleştirmiştir ki yarım asır sonra bu ve benzer fikirlerden yola çıkarak Fransa'da halk ihtilal yapmıştır. Bilmez ki yargı-yasama-yürütmeyi birbirinden ayıran kuvvetler ayrılığı laf kalabalığı değildir. Tarihte örneği çoktur, ruh hastasının teki iktidara gelirse aklına eseni yapamasın, kontrol mekanizmaları olsun diyedir. Bilmez ki adalet sadece bir kadın ismi değil, insan gibi yaşamanın güvencesidir. Bilmez ki demokrasi de bir kültürdür. Bilmez de bilmez işte. Bilmediğini bile bilmez.
Bilmez çünkü bu haklar için mücadele etmemiş, kafa yormamış, canını vermemiştir.
Bilmez çünkü karnını doyurmak, fazla da sesini çıkarmamak gibi hep başka öncelikleri olmuştur. Zamanının ve toplumunun çok ilerisinde bir lider ona hediye etmiştir bunları. Kıymetini bilmeyi bırak hala sindirmek için debelenir. Oyu veren bunları bilmeyince oyu alan da seçilmenin bildiğini okumak demek olmadığını bilmez, derhal gözü döner, hakkı hukuku askıya alır.
Osmanlı ahalisine 'tebaa' denir. Tâbi olmaktan gelir, kişi padişaha aittir, saray mutfağındaki kevgirden farksızdır. Kalk sen tebaa olmak genetik kodlarına yüzyıllar boyunca işlenmiş adama "kardeş sen milletsin, hakların var, özgürsün" de. Kalk sen nüfus sayımında köydeki davar kadar ehemmiyeti olmayan kadına 80 sene önce oy hakkı ver. Ne zorun var? Tersine, aptallaştırılan, cahil bırakılan bir toplumu yönetmek kolaydır, vur kafasına al lokmasını.