Üç gün önce öyle birisi gitti ki aramızdan... Birkaç gazetede ufacık bir haber oldu, bitti. O da eski bakanlığının hatırına. Kızdım. Kıymetli insanları yaşarken harcamamıza, öldükten sonra bile hakkını teslim edememize kızdım... Üç kuruş etmeyecek ne idüğü belirsiz zavallıların manşetleri süslemesine, ülke idare etmesine, köşeyi hızlı yoldan dönmesine, televizyonlarda "uzman" olarak bize kakalanmasına... Sığırların dünyasında ot olmaya... Kızdım işte.
Wikipedia'da Talat Sait Halman'a bir bakın hele. Türkçe makale yarım sayfa, İngilizce başlık onun beş katı. Adam Amerika'nın en iyi üniversitelerinde, Princeton'da, Columbia'da, Pennsylvania'da, New York'da onlarca yıl hocalık yapmış, bölüm başkanı olmuş. Türk dilini, edebiyatını, kültürünü, Ortadoğu'yu, Yunus Emre'yi, Nasrettin Hocayı anlatmış. Mevlana'yı ABD'de meşhur etmiş. Shakespeare'i, Faulkner'ı, eskimo şiirlerini Türkçeye çevirmiş. Şiir yazmış bol bol. Onlarca kitap yayınlamış. Türkiye'nin ilk kültür bakanı olmuş. Tiyatroyu, sanatı desteklemiş, ama lafta değil, bunun amme ihtiyacı olduğuna gönülden inanarak yapmış bu işi. Memleketin ilk kültür elçisi olmuş. UNESCO Hizmet madalyası almış, İngiltere Kraliçesinden "Knight Grand Cross" alıp "sir" olmuş, dünya yazarlarının en meşhur oluşumu PEN'de yürütücü komite üyesi olmuş. Daha bu böyle gider.
Donanımlı zekasını kibar ve hınzır gülümsemesinin ardına gizler, karşısındakine tevazuyla yaklaşır, kimseyi kırmaz dökmezdi. Hayatımda gördüğüm en klas adamlardan biriydi.
En son Bilkent Üniversitesinde Edebiyat Fakültesi dekanıydı. Kapısındaki yazıyı gören herkes kendini bir toparlayıp öyle girerdi odaya:
"Nezaketle çalınız, zarafetle giriniz."
Talat Hoca bize birkaç gömlek büyük geldi. Mekanı cennet olsun.